Gizli Yüz – Film İncelemesi – Rüyalarda saat kaçtır?

"...rüyalar tamamlanmaz ki hiç hikayeler tamamlanır..."16 dakika


94

Yazıya başlamadan önce belirtmek isterim… Film inceleme içeriklerini, sitede çok iyi yapan yazar arkadaşlarımız var. Onların yazılarını keyifle okuduğumu ve benim ele alacağım içeriğin, naçizane görüşlerim olduğunu söyleyerek başlangıcı yapalım… 

Film-Dizi sekmesinden diğer yazar arkadaşlarımızın kıymetli yazılarına bakabilirsiniz. 

İçeriğin buradan sonrası SPOİLER içerir!

(Orhan Pamuk ve Ömer Kavuk film senayosu üzerine çalışırken…)

Orhan Pamuk’un “Kara Kitap” adlı romanında geçen, “Karlı gecenin aşk hikayeleri” hikayesinden yola çıkılarak, yönetmen Ömer Kavur ile birlikte Orhan Pamuk’un, hikayeyi senaryolaştırılmasıyla ilk çalışmalar başlanmıştı. Usta ellerden çıktığı ilk anlardan belli olan filmde, karakter yoğunluğu ve senaryodaki derinlik, nevi şahsına münhasır dokunuşlarla dolu bir eser izleyeceğimizi ilk sahnelerden bizlere hissettiriyordu. 

Film, geçmiş bir hikayeyi anlatan ana karakter ile başlıyor. Edebiyat tarihinde de gördüğümüz üzere, geçmişin anlatımıyla başlayan her kurgu, hikaye odaklı olur. Filmin en başından, hikaye odaklı bir kurgu izleyeceğimizi görüyorduk. 

Ancak filmin içine girdiğimiz vakit, hikaye odaklı ilerlemesine karşın, karakterlerin yoğunluğu üzere çok başarılı derinlikler sunulduğunu fark ediyorduk. Bu da aynı anda karakter odaklı bir film izlediğimizi hissediyordu. Tam burada, yönetmenin birbirinden bağımsız iki yaklaşımı ustalıkla işlediğini söyleyebiliriz. Otör yönetmenimiz, kendi görüşünü kurguya yansıtırken, hikayeyi anlatma aşamasında adeta sinema kurallarıyla dans etmiştir. 

Burada bir parantez açmak isterim. Hem karakter yoğunluğuna odaklanıp hem de genel hikayeyi, akış boyunca genişletip işlemek, 2 saatle yapılacak iş değildir. Bunların yanında yan karakterleri derinleştirmek, deyim yerindeyse deveye hendek atlamak kadar zordur. 

Ömer Kavuk’un tüm bunları tek bir uzun metrajlı filmde verebilmesi, biz izleyenler için yıllar boyu eskimeyecek bir hediye olarak kalacaktır. 

Filmin senaryosunu en başından ele almak ya da karakterin yıkıcı olabilecek arayışından bahsetmek yerine, gözüme takılan detaylara istiyorum. 

İlk bölümdeki sahne geçişlerinin dönem İstanbul’unu yalın haliyle yansıttığını söyleyebiliriz. Kanımca hoş açıları olan geçişler, benim gibi yıllar sonra izleyenler için nostaljik havalara sebep olmuştur. 

Bu geçişler ile alakalı olarak olumsuz anlamda bir yorum yapmak istiyorum. Bir iki sahnede tembel yazar geçişi mevcuttu. Örneğin Otobüs şoförüne saatçinin yerini sorduğunda şoförün fotoğrafçıyı tanıyıp, saatçinin dükkanının sonraki duraklarda olduğunu söylemesi gibi. 

Tabi ki akıcılığı bozmamak için böyle tesadüfler senaryolarda olur. Hatta olması gerekir ancak böylesine usta bir yapımda tembel yazar geçişi görmek beni şaşırttı. 

Bir diğer dikkatimi çeken nüans ise filmdeki tüm karakterlerin, ki bunlara tek replikli figüranlarda dahil, herkesin mükemmel bir Türkçe kullanmasıydı… 

Tüm hikayeyi kurgu saydığımızda ve tüm film boyunca bu muazzam Türkçenin bozulmadığını göze aldığımızda, bu durumun kendi içindeki gerçekliğe aykırı olmadığı için kabul edilebilir bir detay olduğunu görebiliriz. Yani ortada teknik olarak bir hata yok. 

Tüm filme yayılan keyifli bir ayrıntı…

Filmde hikaye içinde hikaye olduğunu belirtmiştik. Ancak bu hikayeler genelde ana kahramanlarla yolu kesişen tiplemelerin hikayeleriydi. Bunun yanında ucu ana hikayeye dokunmayan hikayelerde mevcuttu.(Keşke son üç cümleyi hikaye parantezine alabilseydim…) 

Nerdeyse filmdeki her kare bir anlam taşıyor gibiydi… Örneğin fotoğrafçının babasının ölüm haberini alıp köydeki evine gittiği sahneleri ele alalım. 

Anne ve iki kardeş cenaze sabahı öncesi kahvaltı yapıyorlar. Kendi aralarında cenaze ve sonrasındaki işleri konuşuyorlar. Kamera bir sahnede oda kapısının önündeki çizmelere pan yapıyor. Kısa bir görüntünün ardından kahvaltı masasına geri dönüyor. 

Anadolu’da ölen kimsenin ayakkabıları dışarı konulur. Baba figürünün ölümünü anlatmak için çok kısa ve anlamlı bir kareydi diyebilirim. 

Bunun yanında iki kardeş mandıraya giderken harabe olmuş tren yolundan geçerken, fotoğrafçının ters dönmüş bir kaplumbağayı düzelttiğini gördük. Sonra konuşarak yola devam ettiler. Sıradan bir sahnedeki sıradan bir ayrıntıydı. Ancak dikkat çekici… Burada ana karakterin vicdan sahibi olduğunu mu çıkartacağız? Yoksa her canlının önemli olduğunu mu? Ya da sadece ters çevrilmiş bir kaplumbağanın düzeltilmesini mi izledik? 

Bazı detayları anlamak güç… 

Filmdeki onlarca yan hikayenin yanında, babanın ölmesi dikkat çekiciydi. Keza üzerinde en alakasız gibi görünen ayrıntıların bulunduğu kısım oydu. O sahnelerde geçen bir replikte:

“Bir baba yalan söylemeye başladığında artık baba değildir.” Diyordu. Yine izleyici için olağan akışında ilerleyen bir kısımdı ancak baba figürü ile alakalı kocaman bir hayal kırıklığını yansıtmak istedikleri aşikardı…

Keza filmde kimse kimsenin ağlamasını istemiyordu. Bu detayı fark ettiğimde yazarların, karakterlerini güçlü kılmak istediklerini düşündüm. Belki birilerinin babalar ile alakalı sorunları vardır ve hepsinin hayata karşı güçlü durması gerekiyordur… 

Sevgili Ömer Kavuk’un filmi yaparken birçok kez eğlenerek kendi dokunuşlarını bıraktığını söyleyebilirim. 

Saat imgesini ele alması, rüyaların mistikliğini ve arayış hissinin cezbedici yüzünü karıştırması ve bu karmaşık eylemleri ustaca harmanlaması gerçekten takdire şayan… 

Bu filme doğu batı sentezi bir yapım diyebiliriz. Çok geniş baktığımızda böyle gibi gelebilir. Ya da çok derin baktığımızda… Ne kadar oksimoron durum varsa bu filmin içinde değil mi? 

Ömer Kavuk’un bu filminden sonra, saatler benim için en gerçekçi gösterge olmuştu. Her bakışımda o andaydım. Bir sonraki tik-tak gelecekti. Arayışımın sabırsız saniyeleriydi. Bir önceki tik-tak geçmişim ve özümdü. Asla geriye gidemeyeceğimi bildiğim bir gizem gibiydi. Sanki sürekli iki yer arasında sıkışmış kalmıştım. Ve sadece tek bir anda yaşamama rağmen üç zamanlı yıpranabiliyordum. Ama üç zamanı hissedebildiğim için hayranlıklar içindeydim. Mekanizmaların inceliğine, yayların korkunçluğuna, çarkların karanlığına kapılmış gibiydim. Şimdi saatlerin farkındayım…

Unutmadan son bir detay vermek istiyorum. Filmdeki hiçbir karakterin ismi söylenmiyor…

Rüyalarımda tamamlanamayan arayışların bedbaht günlerini yaşarken, çok merak ediyorum… Saat kaç olurdu? Ve ben o saate baktığımda farkına varıp, kederlerimden kurtulur muydum? Kendi hikayemi anlatabilir miydim? 

Derin düşüncelere iten eşsiz bir film. Kesinlikle izlenmeli. Sonra aradan birkaç hafta geçirip tekrar izlenmeli. Hatta o sıra şehir değiştirebilir ve Çarşamba akşamı balık yiyebilirsiniz. 

Film hakkında konuşulacak ve üzerine tartışılacak çok husus var. Ancak tadında bırakmayı tercih ediyor ve tekrar izlemek isteyenlere iyi seyirler diliyorum. Hoşça kalın… 

[zombify_post]


Beğendin mi? Arkadaşlarınla paylaş!

94
Melih Yüksel<span class="bp-verified-badge"></span>

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir